Türk-Japon İlişkilerinin Tarihi
Kaynak: Prof. Dr. Selçuk ESENBEL
Boğaziçi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye
Japonya ve Osmanlı Türkiyesi’nin 19. yüzyıldan önce doğrudan ilişki kurdukları hakkında pek bilgimiz yok. Her iki ülke, birbirleri hakkında, bazı seyahatnameler ve benzeri raporların sınırları içinde bilgi sahibiydiler. Kâtip Çelebi’nin Cihannuma’sı “Caponya” ülkesine birkaç sayfa vakfeder ve Japonların soğuk su ile yıkanmayı sevdiklerinden ve son derecede güçlü bir ahlaka sahip olduklarından bahseder. Japonların benzeri coğrafya kitapları ve uzak ülkelerin insanlarından bahseden eserlerinde ise özellikle 18. yüzyılda basılmış olan Komozatsuwa (Kızıl saçlı halklar hakkında hikayeler) veya Bankoku shinwa (On bin ülke hakkında efsaneler veya Barbarların ülkeleri hakkında efsaneler) gibi populer edebiyat eserlerinde, Osmanlı Devleti ve Türklerin ülkesi, Toruko, yani Türkiye olarak adlandırılır. Bu eserlerde, Türkiye, üç kıtaya yayılmış olan çok güçlü ve korkutucu bir askeri güç olarak tanıtılmaktadır. Japonlara bu bilgilerin Portekizliler ve Hollandalılar tarafından bildirildiği de bir gerçektir. Ancak, Japonya’nın feodal yönetiminin başı Tokugawa Shogunlarının her yıl Japonya’ya ticaret için gelme imtiyazını elinde tutan Hollandalı ticaret gemilerinin kaptanlarının Shogun’a, Japonya ile ticaret hakkının karşılığında, sunmak zorunda olduğu raporlar, dünyada olan olaylar ve gelişmelerle ilgili bilgiler arasında mutlaka önemli bir bölümünü Osmanlı Devleti ile Batı dünyasının harp ve sulh ilişkilerine vakfetmektedir. [1]
Japonya ve Osmanlı Devleti’nin gerçek anlamda doğrudan ilişki kurmaları, Batı Güçlerinin kurduğu dünya ticaret ve diplomasi sisteminin bu iki ülkeyi dönemin siyasi ve ekonomik şartları doğrultusunda ister istemez birbirlerine yaklaştırmasıyla gerçekleşmiştir. Japonların 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’na olan ilgisinin tarihçesi, Japonya’nın büyük güç siyaseti dünyasına girişinde yararlandığı güdü, düşünce ve stratejileri yansıtır. 1868’deki Meiji Restorasyonu sonrasında, yeni Japon hükümeti Osmanlı’yla ilişkiler kurmak için arayış içerisine girmiş, Balkanlar’a ve Yakın Doğu’ya yayılmış olan Osmanlı topraklarına çeşitli heyetler göndermeye başlamıştır. Bu çalışma da, bölgeye gelen ziyaretçilerin seyahat kayıt ve raporlarına dayanmaktadır. Öte yandan Osmanlı Devleti ise, Japonya’nın hızla dünya sahnesinde ortaya çıkmasını ve bunu sağlayan başarılı ıslahatlarının önemini fark etmiş, bir şekilde, bu Uzak Doğu’nun yükselen yıldızı ile yakın bir ilişki kurmasının Batı dünyasının Büyük Güçlerinin karşısında, özellikle Rusya’ya karşı, faydalı olabileceğini düşünmüştür. Siyasi tarih açısından, Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki Japonların ilgisinin gelişiminde iki farklı aşama fark edilecektir.
Birinci aşama; 1868 ve 1890’lı yıllar arasında olup, bu dönem, Japonya’nın Batı ile anlaşmalarını gözden geçirerek egemenlik haklarının tamlığını aradığı bir dönemdir. Bu dönem, Japonya’nın kendisi gibi, önde gelen Batılı güçlere tanıdığı “eşitsiz antlaşma” ayrıcalıklarının sorunları ile karşılaşan ve Batılı olmayan Osmanlı örneğinden kendi antlaşma düzeltme politikası için bir şeyler öğrenme ilgisine sahip olduğu bir dönemdir. Osmanlıların ve Japonya’nın ana gündemi karşılıklı olarak kabul edilebilir bir ticaret ve diplomasi antlaşmasıdır.
Bu dönemin Japonya-Osmanlı ilişkileri “Batı emperyalizminin uluslararası kanunu” olarak işlev görmüş olan kapitülasyonlar, yani, yabancıların bulundukları ülkenin kanunlarına tabi olmaması imtiyazı, gümrük vergilerinde edinilen imtiyazlar ve en fazla kayrılan ülke ilkesi gibi uygulamalarla vs. gibi Batılı güçler tarafından ticaret ve diplomasinin uluslararası kuralları olarak dayatılan bu antlaşma düzenlemeleri, Büyük Güçlerin çemberi dışında kalan Japonya ve Osmanlı Türkiye’sinin ticaret ve diplomatik ilişkilerini resmiyete dökmelerinde yaşadıkları sıkıntıları yansıtmaktadır.
19. yüzyılın son on yılında başlayarak I. Dünya Savaşı’nın çıkışına kadar olan dönem ikinci aşama olarak kabul edilebilir. Bu dönem 1902’deki İngiltere-Japonya ittifakı ile İngiltere’nin dostu olan Japonya ve Almanya’yla dost olan Osmanlı hükümeti karşıt kamplara düşmüşlerdir. Bu ikinci dönem Japonya’nın Osmanlı’ya karşı tavır ve stratejilerini bir emperyalist büyük güç olarak düzenleme süreci olması açısından daha önceki dönemle zıtlık gösterir ve İngiltere-Japonya dostluğu önemli bir dönüm noktasıdır. Japonların özellikle bu sonraki dönemde Osmanlı dünyası ile olan ilişkileri, Japonya’da, 1905 Rus-Japon savasını kazanan Japon toplumunda yükselişte olan Asyacılık düşünce akımının gündemi içinde oluşan bir emperyalizm ideolojisi çerçevesinde belirlenmeye başlar. Öte yandan, Osmanlı ve özellikle Rusya Türk dünyasında ortaya çıkan Türkçülük, Pan İslamcılık gibi akımları temsil eden düşünür ve yazarlar, 1905 Rus-Japon Savaşından muzaffer olarak çıkıp, Büyük Güçler sahnesine adım atan genç Japonya’yı örnek alınması gereken Batı’ya alternatif bir ıslahat ve çağdaşlık modeli olarak tartışmaktadırlar. Bu çok farklı iki yaklaşım, yine de bir süre için, Japonlar ve bazı Türk dünyasının unsurları arasında, Batı hegemonyasına karşı duyulan karşıt bir ortak menfaat birliğinin temelini teşkil etmeye başlamıştır.
Japonların Osmanlı İmparatorluğu ve İslam Dünyası Hakkında Bilgi Toplama Faaliyetleri
Japonların Yakın Doğu’nun şartları hakkında birinci elden geniş bilgi toplama amaçlı çabaları arasında en ünlüsü 1880 yılındaki Yoshida heyetidir. Japon dışişleri bakanlığı Gaimushh, 1880’de Yoshida Masaharu liderliğinde bir heyet düzenlemiş olup, İmperial Hotel yöneticisi Yokoyama Nagaichirh, ordudan Albay Furukawa Nobuyoshi ve iki yardımcısı Tsuchida Seijirh ve Asada Iwatarh ile bazı tüccarlar heyette yer almışlardır. Sonradan öğrenildiğine göre, Yoshida heyeti aynı yıl savaş gemisi Hiei ile Basra Körfezi’ne ulaştığında, bunun bir güç gösterisi olarak gönderildiği söylenmiştir. Japon ekibi Bushire’ye ulaşmak için zor bir kara yolculuğuna girişmiş ve -onların daha sonraki kayıtlarına göre- korkunç bir yolculuktan sonra Tahran’a varmışlardır. Tahran’da on iki gün kaldıktan sonra, heyet Kafkas bölgesine gitmiş ve 1881’de Osmanlı başkentine girmiştir.
Osmanlı hükümeti Yoshida heyetini memnuniyetle karşılamıştır. Sultan II. Abdülhamid iki ülke arasında bir anlaşma yapmak üzere görüşmelerin başlatılmasını teşvik etmiştir. Daha sonra Yoshida Heyeti, Romanya’ya ve Budapeşte’ye, son olarak da heyetin dağıldığı yer olan Viyana’ya ulaşmıştır. Yokoyama ve tüccarlar Londra’ya gidip, Furukawa İtalya üzerinden ülkesine dönerken, Yoshida St. Petersburg’a gitmiştir.[2]
Japon Genel Kurmayı için ünlü istihbarat memuru Albay Fukushima Yasumasa’nın 1892-93 yıllarında at sırtında tamamladığı 438 günlük Orta Asya yolculuğu önemli bir ziyarettir. Osmanlı İmparatorluğu’na yapılan böylesi bilgi toplama seyahatleri Japonların Rusya’nın nüfuzunu Güney’e yayma planlarını inceleme amaçlarının bir parçasıdır. Fukushima, 1895’te tekrar Tokyo’dan ayrılarak Afrika, Türkiye, Seylan ve Hindistan’ı kapsayan zor bir yolculuğa çıkar. Ertesi yıl 1896’da İran’a girer ve Orta Asya’ya geçer. Güney Arabistan’a dönüp, Hindistan’a, Tayland ve Vietnam’a geçer ve son olarak 1897’de Japonya’ya dönerek ayrıntılı bir rapor sunar.[3]
Zamanın buna benzer bir diğer istihbarat ziyareti de lenaga Toyokichi’nin Taiwan’daki sömürge yönetimine bir rapor hazırlamak için afyon üretiminin durumunu araştırma amacıyla 1899’da İran, Türkiye ve Hindistan’a yaptığı yolculuktur. lenaga, Basra Körfezi’ndeki Bushire’ye ulaşır ve Yoshida ile aynı rotayı izleyerek Tahran’a girer. İran’daki yolculuğundan sonra Bakü ve Karadeniz sahilindeki Batum’a, oradan da deniz yoluyla İstanbul’a geçer. lenaga, afyon üretimini incelemek üzere İstanbul’dan kara yolculuğuna girişir, böylelikle Anadolu’nun iç kısımlarında seyahat eden ilk Japon olacaktır. Son olarak, Suriye’ye geçerek, daha sonra Mısır ve Hindistan’a gider. 1900’de lenaga Taiwan’a dönerek sömürge otoritelerine raporunu sunar.[4]
Japon heyetlerinin bölgeyle ilgili hazırladıkları raporlar, Meiji Japonlarının İslam dünyasını da içermekte olan Avrasya kıtası insanları hakkındaki düşüncelerini de yansıtmaktadır. Sonuçta, Osmanlı İmparatorluğu ve bölge hakkında Japonlara ait en az sekiz iyi bilinen çalışma ortaya çıkmıştır. Japonların -aşağıda da irdelenilecek olan- çok sayıda anlaşma yapma isteklerine karşın, iki ülke arasında kısıtlı kalan ilişkilere rağmen bu sayı oldukça fazladır. Gaimushh’nun bölgeyle temasları ve araştırmalarına bağlı olarak ortaya çıkan büyük sayıdaki çalışmalar Japon hükümetinin imparatorlukla olan anlaşma sorununu yansıtmaktadır. Bu, Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkanlar ve Yakın Doğu’daki bölgelerini paylaşma amacında olan Rusya ve İngiltere açısından özel bir öneme sahip olan ve diplomaside Doğu Sorunu olarak bilinen Osmanlıların geleceği ile de ilgilidir. Diğerleri ise Albay Fukushima’nın eseri gibi bilgi toplama ziyaretlerinden kalan çalışmalar olup, Asya ve Avrupa’ya yapılan daha geniş yolculukların bir parçası olarak Osmanlı üzerine kısımlar içermektedir. Bunların çok iyi bilinen bazıları; Furukawa Nobuyoshi’nin 1891 yılında Sambh Honbu (Genel Kurmay Başkanlığı) için yazmış olduğu Perushia Kikh (İran Yolculuğu Notları) ile lenaga Toyokichi’nin Anadolu ve afyon sorunu üzerine hazırlayıp Taiwan sömürge yönetimine sunmuş olduğu, daha sonra Nishi Ajia Ryokhki (Batı Asya yolculuk Notları) olarak yayımlanmış olan çalışmalardır.
Dışişleri Bakanlığı Gaimushh’nun, 1911 yılında Okada heyeti tarafından Toruko jijh başlığıyla Türkiye koşulları üzerine hazırlanan raporu da önemli bir çalışmadır. Büyük olasılıkla İngilizce kaynaklardan tercüme edilmiş olan Gaimushh raporu, imparatorluğun etnik kurgusu üzerine detaylı bir çalışma olup, milliyetçilik ve çöküş üzerine eğilmekte oluşu açısından Doğu Sorunu yaklaşımının bir yansımasıdır. Raporun, Balkanlardaki milliyetçi akımlara karşı uzun bir süre Abdülhamid’in etnik politikalarını destekleyen bir unsur olan Arnavutluk’un imparatora sadakati ile ilgili kısmı ilginçtir.
Bir diğer kısımda ise, lrak’ta gelişmekte olan pamuk üretimi ile ilgili Japonların iş yapma umutları, İngilizlerin bölgenin idaresini Osmanlılardan alışı açısından değerlendirilmektedir.[5]
Meiji liberal aydını Fukuzawa Yukichi’nin iyi bilinen Datsua -genç Japonya’nın Asya’dan ayrılarak Batı’ya katılması- düşüncesi, genel olarak Asya’nın çağdaş medeniyetin bir kaynağı olduğunu reddetmekte olup, bu İslam dünyasına ilişkin Batıcı Meiji görüşünün temelini oluşturmakta ve kısmen de Osmanlı’ya karşı Meiji tutumunu etkilemektedir. Bunmei-ron no Gairyaku’da (Medeniyet Savı Özeti, 1875) Fukuzawa, Osmanlılara ilişkin olarak dönemin standart bir liberal batıcı değerlendirmesini yapmaktadır: Osmanlılar bir zamanlar Avrupa’nın düşmanı olan muazzam bir güç olup, üç katlı dünya görüşü içerisinde ise Çin’le birlikte yarı aydınlanmış Asya ülkeleri sınıfına girmektedir. Japonya’nınsa Osmanlı ve Çin’in bulunduğu sınıf içerisinde kalma olasılığından kaçınması ve Batı tarafından temsil edilen aydınlanmış dünya sınıfına girmesi gerekmektedir.[6]
Antlaşma Sorunu
Japonya’nın Osmanlı İmparatorluğu’na ilgisi, Tokugawa Shogunlarının ABD donanmasının dayatması ile 1858 yılında zorunlu olarak imzalamaya mecbur bırakıldığı ‘Dostluk ve Ticaret Antlaşması’nın Japonya ve Batılı ülkeler arasında kurduğu “eşit olmayan antlaşmalar” düzenine karşı gelerek Shogunları deviren ve yeni bir rejim kuran Meiji yönetiminin, bu antlaşmaları eşit ve karşılıklılık ilkeleri doğrultusunda düzeltme çabaları ile başlar. Japonya’nın 1858 antlaşmaları, Osmanlı Devleti’nin Batılı ülkelere tanıdığı kapitülasyonlar ile aynı özelliklere sahip olduğundan bu ayrıcalıklar ile bir başka deyişle Batı emperyalizmi Japonya’da kanuni dayanağını elde etmiş olur. Ancak, Japonya ve Osmanlılar, Batılılara verilen antlaşma ayrıcalıkları sisteminin bir parçası oldukları halde, emperyalizm ve sömürgeciliğin 19. yüzyıldaki tarihinde, sömürgeleştirilmeden egemen güç olarak varlıklarını sürdürebilmişlerdir. Özellikle 1838 İngiltere Osmanlı Ticaret Antlaşması, Osmanlı ekonomisinin kapılarını batı emperyalizminin dönüştürücü etkilerine açmış olup, bu Batı emperyalizminin Doğu Asya’ya girişini belirleyen Çin’in 1842 Nanking Antlaşması ve Japonya’nın 1858 antlaşmalarından birkaç yıl öncedir.[7]
Japonya ve Osmanlı arasındaki ilişkiler, 1871 yılında Batı başkentlerine 1858 antlaşmalarını düzeltme amacıyla gönderilen Iwakura heyetiyle başlamıştır. Heyetin Avrupa’yı ziyareti sırasında, Prens Iwakura sekreterlerinden biri olan Fukuchi Gen’ichirh’ya İstanbul’a giderek, Japonya’nın “eşitsiz anlaşmalar”dan doğan zor durumuna benzer olan Osmanlı’nın Kapütilasyonist antlaşmalarının şartları üzerinde çalışmasını emretmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki antlaşmaların uygulanışı üzerine raporlar bulunup, özellikle konsolosluk mahkemelerinin yargı yetkileri Japon otoritelerin özel olarak ilgisini çekmiştir.[8] Japonya-Osmanlı ilişkileri açısından 1871’deki Fukuchi raporu imparatorluğun şartları hakkında bilgi verme konusunda tatmin edici olmamıştır. Bunun sonucu olarak Dışişleri Bakanı Terajima Munenori, Japonya’nın İngiltere’deki diplomatik temsilcisi Ueno Kagenori’ye Türk- Londra sefiri ile ilişki kurarak o ülkedeki şartları incelemesini ve Japonya’yla Osmanlı Türkiye’si arasında bir ticaret ve dostluk antlaşması imzalama olasılığını görüşmesini emretmiştir.[9]
Terajima’nın Ueno’ya mektubu, 19. yüzyılda Japon-Türk ilişkilerini sıkıntıya sokacak sorunun farkında olduğunu göstermektedir. Resmi bir antlaşmadan ziyade, Ueno renkli bir diplomatik dille alternatif bir formül getirmektedir:
“Türkiye birçok açıdan (dağları ve kayaları) bizim ülkemizi andırmaktadır ve biz bu ülkeye bir heyet ya da gözlemci gönderirsek birçok yarar elde ederiz….Bunu akılda tutarak ve Türkiye ile henüz ticari ilişkilerimizin olmamasından dolayı, senin bizim iki ülkemiz arasında bir dostluk antlaşması yapmak için Londra’daki Türk sefirine ihtiyatla yaklaşmanı isterim.”
Siyasi dürtüler de Japonların Osmanlı İmparatorluğu’na olan ilgisini besleyen bir unsur olarak ortaya çıkmaktadır. Bu, Rusya tehdidine karşı bölgesel bir hattı güçlendirme kapsamında olup, özellikle Hindistan’da İngiliz İmparatorluğu’nu koruma düşüncesiyle İngiltere tarafından cesaretlendirilen bir politikadır. Sürüncemede kalan antlaşma sorununa karşın İngiltere’nin, Japonya ve Osmanlı Türkiye’sinin Rusya’ya ilişkin ortak endişelerinin dolayısıyla daha sıkı ilişkiler kurmalarını teşvik ettiği gözlenmektedir. Bu strateji, güçsüz olmasına karşın Osmanlı’yı kendisi için 1854’teki Kırım Savaşı’ndan beri önemli bir bölgesel güç olarak gören İngiltere tarafından cesaretlendirilmiştir. Çok geçmeden, 1902’deki İngiltere-Japonya ittifakı ile yeni yükselen Asyalı güç Japonya’yı Rusya’ya karşı bir mendirek olarak görecek olan İngiltere’nin, Japonya ile Osmanlı arasında her düzeydeki ilişkileri desteklediği görülmektedir.
Osmanlı hükümeti ise, kendi açısından Japonya ile ilişkiler kurmak konusunda olumlu bir tavır içinde olmuş, özellikle Sultan II. Abdülhamid, Rusya’ya karşı iş birliği yapma gündemini paylaşarak Doğu’nun bu başarılı modernleşen gücü ile iş birliği kurma arzusunu göstermiştir.
Rusya’ya karşı reel politik çıkarlar tekrar kendini hissettirdiğinde, 1876’da İngiliz siyasetçileri Osmanlı Sadrazamı Mithat Paşa’ya yaklaşarak Osmanlıların Japonya ile sıkı ilişkiler kurmasını önermişlerdir. Böylece, 1878’de Japon savaş gemisi Seiki taşımakta olduğu bahriye öğrencileri ile İstanbul’a on iki günlük bir ziyaret yaparak uygun törenlerle kabul edilmişlerdir.[10]
Ancak, Japonya ve Osmanlı Türkiye’si arasındaki resmi ilişkiler, Japonya’nın Osmanlı İmparatorluğu’nda kendilerinin Batılı Güçler gibi edinmek istedikleri antlaşma ayrıcalıklarını istemeleriyle çıkmaza girmiştir. Osmanlı Devleti’nin tavrı ise, gelecekte kademeli olarak kaldırmak istediği, fakat, varlığını sürdüren ve artık istenmeyen kapitülasyonist uygulamaları güçlendirecek bir antlaşmadan ne pahasına olursa olsun kaçınmak, şeklindeydi. Görüşmeler, St. Petersburg’da Osmanlı sefiri Şakir Paşa ve Japon sefir Yanagihara Sakimitsu arasında sürdürülmüştür. Yanagihara, Şakir Paşa’ya imparatorluğun yargı, hukuk, yönetim ve ticari sistemleri üzerine ayrıntılı bir sorular dizisi sunmuştur. Japonların sorgusunun bir amacı yabancılara ilişkin dava mahkemelerinin uygulanması ya da karma mahkemeler olup olmadığı hakkında bir şeyler bulmaktır. Her iki konu, Japon kamuoyunda sert tartışmalara yol açmaktaydı ve Japonya’nın büyük güçlerle antlaşmalarını düzeltme görüşmelerinde Batılı Güçlerle çeşitli defalar müzakere sorunları açmaktaydı.[11]
Şakir Paşa cevabında yeni Osmanlı kanun reformları sonrasındaki hukuki durumu ve “en ziyade mazhar ülke” ilkesinin Kırım Savaşı sonrasında 1856 Paris Antlaşması’na göre sona erdiğini açıklamıştır.
Yüzyıllar boyu çok uluslu bir nüfusa sahip Türk Müslüman imparatorluğu olarak Avrupa’nın geleneksel düşmanı olan, ancak, şimdi ilk defa olarak ” bir Avrupalı devlet” olarak tanınmış olan Osmanlılar, İngiltere’nin Rusya’ya karşı savaşında Batı kamuoyunda “Büyük Türk” imajı ile oluşan kısa popülaritelerinden yararlanarak kapitülasyon antlaşmalarının düzeltilmesi için bir dayanak kazanmaya çalışmışlardır. Böylece, Osmanlı yetkilileri, gelecekte yeni ülkelerle yapacağı antlaşmalarda “en ziyade imtiyaza mazhar ülke” ayrıcalığını tanımak mecburiyetinden serbest kalmışsa da, ancak, o ana kadar Batılı Güçlere vermiş oldukları antlaşma ayrıcalıklarını sürdürmeyi zorunlu olarak kabul etmişlerdir.
Yine de dönemin Sadrazamı Sait Paşa’nın hatıratı Japonya’nın imtiyaz istekleri hakkında halihazırdaki durumu ortaya koymaktadır. 1881’de Sait Paşa varlığını sürdüren antlaşma ayrıcalıkları konusunda Osmanlıların karşılaştıkları sorunları samimi bir dille aktarmaktadır. İlke olarak, Osmanlı Devleti’nde, Avrupa’nın ticari ve idari amaçlı kanunlarının adapte edilmesiyle 19. yüzyıl Osmanlı kanuni reformları yeni bir çerçeve oluşturmuş olsa bile, Büyük Güçlerden etkilenen reel politik durumda, Türkiye’de yabancıları ilgilendiren davalarda kabul edile gelmiş olan bu talihsiz konsolosluk mahkemelerine başvurma kötü alışkanlığına devam edecektir. Bu yüzden, Sait Paşa bunun kabul edilemez olduğu sonucuna varmışsa da Japonların uygulamada Büyük Güçlere tanınmış olan ayrıcalıkları istemesi anlaşılabilir demektedir. Sonuçta, yukarıda değinilmiş olan antlaşma ayrıcalıklarının Japonya’ya verilmesi, Osmanlı hükümetinin 1856 Paris Antlaşması ile kapitülasyon antlaşmaları ayrıcalıklarından kazanmış olduğu kısmi serbestlik yara alacağından, Sait Paşa Japonya ile bir antlaşma olasılığını nazikçe reddetmiştir.[12]
İngiltere’nin Müttefiki Japonya
19. yüzyıl sonlarında, İngiltere, Osmanlı ve Japonya arasında başlangıçta ilişkileri ısındıran anti- Rus gündem, İngiltere ve Osmanlı hükümeti arasındaki zıtlığın büyümesiyle çekişmeci bir hal alarak, Balkanlarda ve Yakın Doğu’da bölgenin eski yöneticisi Osmanlıların çıkarlarını baltalayacak şekilde ortaya çıkan İngiliz emperyalist tavırları ile sona erer. Bu zıtlık, çok kısa bir zaman dilimi içerisinde güçlü bir ideolojik değişimi beraberinde getirmiştir. Osmanlı tarafında Sultan ll. Abdülhamid, Büyük Güçlerin değişmez iddiası haline gelen, Hıristiyan halkları koruma amacıyla imparatorluğun iç etnik ve dini sorunlarına karışmalarına karşı gitgide bir Pan-İslamcı bir dış politika geliştirmiştir. Başlangıçta, büyük bir Müslüman nüfusuna sahip olan Rusya’ya karşı geliştirilen bu politika, yüzyılın sonlarında Osmanlı Devleti ile İngiltere’nin arasının soğumasıyla Pan-İslamist koz olarak İngiltere’ye karşı da kullanılmaya başlanmıştır.
Osmanlı-İngiliz ilişkilerinin menfaat çatışması 1881’de İngiltere’nin Mısır’ı ilhak etmesiyle su yüzüne çıkmış, aynı sıralarda, büyük bir Müslüman nüfusa sahip olan Hindistan’da İngiliz sömürge yönetiminin kuruluşu, İngiliz nüfuzunun Arap dünyasındaki sistematik genişlemesi, Osmanlı hükümetinin ciddi bir sorunu haline gelmiştir. 20. yüzyıla gelindiğinde Arap dünyasındaki İngiliz emperyalist genişleme, 1914 Birinci Dünya Savaş’ı sırasında iki güç arasında çatışmaya yol açmıştır. Bu durum, Arap ayaklanmalarının arka planında İngilizlerin rol almasını, savaş sonunda da Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması üzerine eski Arap bölgelerine İngiliz manda yönetimini getirmiştir.[13]
Bu dönemde, Japonya dünya politikasında, 1902 de imzaladığı İngiltere-Japonya İttifak Antlaşması’na sadık bir şekilde İngiltere ile aynı kampta yer almıştır. Özellikle, Japonya’nın 1895’te Çin-Japon Savaşı’nda zafer kazanmasıyla İngiltere ve Japonya’yı Asya’daki ortak çıkarların korunmasında iş birliği açısından yakınlaştırmıştır. Değinilmesi gereken önemli bir nokta, İngiltere’nin öncülüğünde, 1895’ten sonra Japonya ile yapılan antlaşmadaki düzeltme, yani kapitülasyonların kaldırılması, Japonya’nın 19. yüzyıl sonunda diğer tüm Batılı olmayan güçlerden daha önce “eşit olmayan antlaşma ayrıcalıklarını” kaldırmasını sağlamıştır.
Konunun can alıcı noktası, Japonya ortak emperyalist çıkarları korumada İngiltere’nin sadık dostu haline gelirken, İngiltere’nin Hindistan’ı koruma stratejisinde Osmanlı’nın dışarı atılmış olmasıdır. Kendi açılarından, Osmanlılar da Japon dostluğu hatırına yürürlükteki antlaşma ayrıcalıklarını güçlendirmede pek hevesli değillerdi. İngiltere’nin Yakın Doğu’daki emperyalist stratejisinden tedirgin olarak İngiltere ile ilişkilerindeki diplomatik çizgisinde daha tarafsız bir tavır takınan Osmanlı, dönemin Meiji lider takımında güçlü bir destek bulamayacaktır.
Ertuğrul Deniz Faciası
Türk-Japon ilişkilerinde iyi niyet taşıyan dostça söylemin oluşmasını en fazla etkileyen olay, her ne kadar resmi bir diplomatik ziyaret olmasa da, bir “iyi niyet ve dostluk ziyareti’ için yaptıkları zorlu yolculuk sonrasında batan Osmanlı İmparatorluğu firkateyni Ertuğrul’un felaketidir. Osmanlı Devleti ile Japonya arasında yaşanan antlaşma sorunu sonrasında, ilk önemli temas İmparator Meiji’nin kardeşi Prens Komatsu ve eşinin 1886’da Avrupa’ya yolculukları sırasındaki ziyareti olmuştur. Komatsu çifti, 1887 yılında sonbaharda İstanbul’a varmışlar ve bu olay daha sıkı ilişkiler kurma arzusunu yeniden canlandırmıştır.
Prensin ziyaretini Japonya’yla olan ilişkileri alevlendirmek için bir fırsat olarak kullanan ll. Abdülhamid, artık Osmanlı Devleti ile Doğu’nun yeni yükselen yıldızı Meiji Japonya’sı arasında yakın ilişkiler kurmak için ikinci bir girişimde bulunur. Osmanlı hükümeti, imparatorluk firkateyni Ertuğrul’u Kumandan Osman Paşa ve 609 mürettebatı ile birlikte Japonya’ya göndermeye karar verir. Osman Paşa, Sultanı temsil etmekle yetkilendirilir ve sıra dışı yetkilerle donatılır. Gemi ve mürettebatı Prens Komatsu’nun 1887 yılındaki ziyaretine karşılık olarak Japon İmparatoru’nu ziyaret etmek üzere Mart 1889’da yola çıkar. Yolculuk, artarda gelen kaza ve aksilikler yüzünden acıklı bir hal alır. Bu dönemde, Osmanlı bahriyesinde teknik yardım için bulunan bir İngiliz mühendisin görüşüne göre, yolculuğa uygun olmayan geminin son derece zayıf bir durumda oluşundandır. Aksilik ve zorluklarla dolu bir yıldan fazla süreyle Asya sularında yol aldıktan sonra, Ertuğrul Haziran 1890’da Japonya’ya ulaşmıştır. Osman Paşa ve mürettebatı, imparatorluk ailesi ve yetkililere ziyaretlerini başarıyla tamamlamaya çalışmışlardır. Dönüş yolculuğuna Eylül’de yola çıkan Osmanlı firkateyni 16 Eylül 1890 günü sert bir tayfun nedeniyle batmıştır. Gemi, Japonya’nın güneybatısındaki Wakayama ilinin Kashinozaki kıyılarında tehlikeli sivri kayalıklara vurmuştur. Hayatta kalan 69 kişi dışında paşa ve adamlarını Pasifik Okyanusu’nun dalgaları yutmuştur. Bu üzücü felaketi anlatan resmi kaynaklara göre, trajik olaydan son derece üzüntü duyan Japon hükümeti, İmparator Meiji ve Japon hükümetinin taziyeleri ile birlikte hayatta kalan çok az sayıdaki kişiyi Japon firkateynleri Hiei ve Kongo ile İstanbul’a geri göndermiştir.
Ekim’de yola çıkan Japonlar, 2 Ocak 1891’de komutanları Hyama Takanosuke ile İstanbul’a ulaşmışlardır. Bu yolculuktan bir yıl sonra, İstanbul’da ikamet edecek ilk tüccar olacak ve daha sonraki yirmi yıl Japonya’nın gayrı resmi elçisi olacak olan Yamada Torajirh’da, Japon halkının topladığı taziye yardımını Bab-ı Ali’ye takdim etmek için İstanbul’a gelecektir.[14]
Bu zorlu Osmanlı firkateyninin ziyaret amaçlı yolculuğu, ayni zamanda, son yıllardaki Pan-İslamizm’e olan ideolojik dönüşümü yansıtmaktadır. Sultan II. Abdülhamid, Sunni İslam’ın Halifeliği unvanını, Batılı güçlerin Asya imparatorluklarındaki Müslüman kitlelerine yönelik bir dışişleri politikası geliştirmek için kullanmaya başlamıştır. Ertuğrul firkateyninin komutanı Osman Paşa, İngiliz ve Fransız sömürge limanları olan Bombay, Singapur, Saigon ve Hong Kong’da önde gelen Müslümanlarla karşılaşma fırsatını kullanmıştır. Yerel Müslüman gazeteler halifenin gemisinin şehre geldiğini ve Osmanlı bahriye mürettebatının Müslüman topluluklarının ibadetine katıldıkları haberini kapaktan vermiştir.[15] Sonuçta, Japon-Osmanlı ilişkileri İngiltere-Japonya ittifakı çerçevesinde İngiltere tarafından cesaretlendirilirken, Osmanlılar da Japonya’ya İslam dünyasının müttefiği olması için yeşil ışık yakmaktadır.
Japon Asyacıların Türklere Yönelik Romantizmi
İstanbul’a yerleşen Japon-Türk ilişkilerinin öncüsü Yamada Torajir’nun Ertuğrul faciası ile ilgili yazdıkları kayıtlarda, Japonların Osmanlı İmparatorluğu ve Türklere olan ilgisini ortak soylu savaşçı mirasa sahip Asyalıların dostluğu şeklinde yeni bir hava içerisinde açıklamaktadır. Daha önceki kısa temaslardan farklı olarak, uzun dönemli yakın kişisel temaslar kurma amacıyla Osmanlı Devleti’ne Japon Dişişleri Bakanlığının desteği ile yollanan Yamada Torajirh (1866-1957) büyük olasılıkla da Osmanlı Türk kültürü üzerine ilk Japon uzmandır. Yirmi üç yaşında genç bir adam olan Yamada, Japon firkateynlerinin Ertuğrul’dan hayatta kalanları eve getirmesinden bir yıl sonra 1892’de Japonya’ya ulaşmıştır. Yamada, Osmanlılarla olan Japon temaslarını canlandırmak isteyen yeni dışişleri bakanı Aoki Shnzh tarafından desteklenen resmi bir heyetle gönderilmiştir. Yamada, Osmanlı hükümeti tarafından, Osmanlı Türkiye’si ile Japonya arasındaki temasları sürdürecek, gayri resmi bir aracı olarak çabucak kabul edilmiştir. Sonraki yıllarda, Yamada Osmanlı İmparatorluğu ile ticaret konusunda tek isim haline gelmiş ve bu genç Japon’dan oldukça hoşlandığı sanılan Osmanlı Sarayı ve Osmanlı elit çevresi ile olan yakın ilişkilerinin avantajını kullanarak Japon ziyaretçiler için gayrı resmi bir konsolos gibi hareket etmiştir.[16]
Osmanlı-Japon İlişkilerinde Antlaşma Sorunu
Ertuğrul konusu resmi ilişkilerde derin ve coşkun bir bağın öznesi olurken, 1891’den sonraki yıllarda Japonya tarafı Osmanlı Devleti ile bir ticaret ve alışveriş antlaşması yapmak için tekrar girişimlerde bulunmuştur. Bu sefer, Japon yetkililer kapitülasyon ayrıcalıkların Büyük Güçlerle aynı şekilde kendilerine de tanınması için Yamada Torajirh’ı bir örnek olarak kullanmaya çalışınca, Yamada bazı ihtilaflara konu olmuştur. Fakat, Osmanlı yetkilileri, özellikle, Sait Paşa, daha önce belirtildiği gibi, Osmanlı Devleti’nin yeni bir devlet ile kapitülasyon imtiyazlarını içeren bir antlaşmayı imzalamasını kesinlikle reddettikleri için bu girişimler boşa çıkmıştır.
Osmanlı belgeleri, 1908 ll. Meşrutiyet, Jön Türk Devrimi’nden sonra da devam eden Japon Dışişleri Bakanlığı’nın ticaret antlaşması girişimlerini, gene aynı dilde, Osmanlı Hariciyesi’nin, Osmanlı Devleti’nin, kapitülasyon sisteminden, Kırım savaşından sonra imzaladığı 1856 Paris Antlaşması’nda elde etmiş olduğu kısmi bir bağımsızlığı, tehlikeye sokacağını düşünerek reddettiğini açıklamaktadır. Hariciye’nin görüşüne göre, Japon İmparatorluğu’nun Siyam Krallığı’na önce kapitülasyon antlaşması imzalattığı, sonra savaş gemileri yollayarak bu anlaşmanın şartlarını zorla uygulatması, Japonya’nın Büyük Güç’ler gibi davrandığının açık bir göstergesidir. Bu durumda, Japonya ile tekrar gümrük vergileri ve konsoloslukların hukuki imtiyazlarını pekiştirecek nitelikli bir antlaşmayı kabul etmek, Osmanlı Devleti’nin çıkarlarına karşı olacaktır.
Gene belgelere göre, İstanbul’da gayri resmi bir sıfatla iki devlet arasında bir nevi konsolosluk görevini üstlenen Yamada ise, hiçbir yazılı antlaşmaya gerek kalmadan, dönemin deyişi yazışmalarının veciz bir deyişi ile, Türklerin iyi dostu olan Mösyö Yamada’nın, Sarayın “koruması” altında olduğu, böylece Avrupalı tüccarlar gibi “ayrıcalıklara” ihtiyacının olmadığı, şeklinde bir açıklamayla, bu antlaşma meselesinin, kısa fakat diplomatik bir dil ile, tabiri caiz ise, mükemmel bir şekilde bertaraf edildiği anlaşılmaktadır.[17]
1904 Rus-Japon Savaşı ve Osmanlı Dünyası
Ocak 1904 tarihinde patlak veren Rus-Japon Savaşı, Türk toplumunun bugüne kadar süren Japonya sevgisi ve dostane yaklaşımını belirleyen önemli bir mihenk taşı olmuştur. Bu dönemin dergi ve gazetelerinde, düşünür ve yazarlarının hatıratları ve eserlerinde güçlü bir Japonya hayranlığı sergilemektedir. Mehmet Akif, Abdullah Cevdet ve Halide Edip gibi yazarların eserlerinde, Japonya’nın bu beklenmedik zaferi, Osmanlı Devleti’nin en son 93 (1877-78) harbinde yenilgiye uğradığı Rusya’nın yenilgisinin ardından gelmesi açısından genel olarak toplumda yarattığı bir memnuniyetin ötesinde, Japon modernleşmesinin Osmanlıların ıslahat amacına bir örnek veya en azından bir ilham kaynağı olması gerektiği düşüncesini pekiştirmiştir. Halide Edip (Adıvar) oğluna ünlü Japon Amiral’ı Togo’nun adını verirken, Türkçü yazar ve düşünür, Ziya Gökalp, muasır medeniyet ve ulusal kültürün beraber geliştirilmesinin gereğini Japon örneğini örnek vererek vurgulamaktadır.[18]
Japonya ile Osmanlı Türkiye’si arasındaki antlaşma konusundaki ihtilaf gittikçe hafifleyerek kaybolmuş ve Yamada yerel otoritelerin onayı ile İstanbul’daki kariyerine devam etmiştir. Yamada, 1904-1905’teki Rus-Japon savaşı sırasında iki hükümet arasında önemli bir kanal olmuş ve Rus Karadeniz filosunun Uzak Doğu’daki savaşa katılmak üzere Boğaz’dan geçişini Viyana’daki Japonya sefiri Makino’ya bildirerek önemli bir görevi yerine getirmiştir. Yamada, başkentte yaklaşık olarak yirmi yıl kalarak, Abdülhamid döneminin tutucu modernistliğine ve sonraki 1908 Jön Türk Devrimi ile İkinci Meşrutiyete geçişin sarsıcı olaylarına tanıklık etmiştir.[19]
Yamada’nın İstanbul ve bu eski dünya İmparatorluğu sakinlerine ilişkin izlenimlerini aktaran eserlerinde, Türkler ve imparatorlukları, bu dönemde Avrupalıların Oryantalist algılanışının “dostça” bir versiyonu seklinde, romantik bir anlayışla Asya ve Doğu’ya tekrar yüzünü dönen yeni Japon düşünürlerinin görüşlerini sergilemekte olup, Osmanlılara ve Türklere karşı yeni, dostça ve hayran bir Japon tavrı ortaya koymaktadır.
Yamada’nın arkadaşı olup, giriş kısmını yazan Bay Sakitani, yirminci yüzyılın başında olgunlaşan Meiji Japonya’sının yeni Asyacı duygularını sergileyen bir vurguyla Osmanlı İmparatorluğu’nun reel politik karakterini tartışmaktadır. Gaimushh’nun stratejik raporlarıyla zıt olarak, bu metin, Türklere bir Asya gücünü temsil etmelerinden dolayı dikkat edilmesi gerektiğini ileri sürmektedir. Osmanlıların Asyalı köklere sahip olmalarını olumlu bir tonla anlatıcı Türkler, Japonlar ile aynı savaşçı geleneğini paylaşmakta olan cengaver insanlardır ve devletleriyle Asya gücünün Avrupa’nın içine uzanışını ortaya koymuş olmalarından dolayı önemlidirler. 1908 Jön Türk Devrimi’nin yeni milliyetçi atmosferi Türklerin Meiji coşkusundan ilham almış olduklarını yansıtmaktadır. Bu Asya Asyalılarındır-Asyacı iddiasına göre, Meiji Restorasyonu’nu Asya için devrimci bir model olarak savunulmaktadır.[20]
Ancak, bu dönemde, Osmanlı Devleti’nin, özellikle Sultan Abdülhamid II’nin, 1905 Rus-Japon Savaşı sırasında güttüğü siyaset, daha soğukkanlı bir tavır sergilemektedir. Her ne kadar Abdülhamid II, Ertuğrul gemisini yollamışsa da, Japonya’ya olan olumlu bakışını, reel politik bir tutum ile dengelemiş, Romanov hanedanı ile Meiji Japonya’sı arasındaki savaşta mümkün olduğu kadar bitaraf bir davranış sergilemeye özen göstermiştir. Öte yandan, bu modern savaşın gidişatının izlenmesinin önemli olduğu düşüncesi ile, 3 Ekim 1904 tarihinde, Albay Pertev Demirhan, Japon askeri güçlerinin tarafında görev alarak, tarafsız gözlemci olarak yollanmıştır. Daha sonra, General Pertev Demirhan, Japonya ve Rus-Japon Savaşı hakkında yazdığı eserlerinde, yükselen Japonya’yı Türkiye için bir örnek olarak ele almıştır.[21]
Ertuğrul faciasıyla Japonlar ve Osmanlı Türkleri arasında oluşan sıcak dostluk ifadeleri ile Büyük Güçler siyasetinin dili, bu iki olgu arasındaki çelişkinin en iyi göstergesi olarak, Japon Dışişlerinin, Gaimush-’nun, çok daha sonra 1923 yılında hazırladığı Japon-Osmanlı ilişkilerinin tarihini anlatan raporunda belirgindir.[22]
Rapor, kapitülasyonları kaldıran genç Türkiye Cumhuriyeti ile Batılı devletler arasında karşılıklı denklik ve eşitlik sağlayan Lozan Antlaşması sonrasında, henüz, Japonya ve Türkiye arasında hiçbir resmi antlaşmanın bulunmadığı bir tarihte hazırlanmıştır. Tarihi kesin olmayan bu rapordaki analiz, daha önceki Japonlarla Osmanlılar arasındaki antlaşma sorununu çok iyi açıklamaktadır. Türk-Japon ilişkilerindeki resmi bildirilerin dostane ifadeleri ya da Yamada’nınki gibi özel hatırat veya eserlerde ifade edilen, “sıcak dostluk ve Asyalı köklere sahip olmaktan ileri gelen arkadaşlık söylemine” Japon Dışişlerinin raporunda pek başvurulmamakta olup, metnin ifadesi soğuk ve kurudur. Japonların menfaatleri açısından, 1904-05 sırasındaki Rus-Japon Savaşı sırasındaki Osmanlı Japon ilişkilerine bakıldığında, raporun yorumuna göre, Yamada’nın yerel haber alma faaliyetlerine İstanbul’daki yetkililer tarafından izin verilmiş olsa da, bu tavır, sıcak ve dostça olarak yorumlanmamaktadır. Rapor, Rus-Japon Savaşı’nda Japonya’ya karşı “dostane olmayan Osmanlı tarafsızlık politikasına” değinerek, soğuk bir değerlendirmeyle sonuçlanmaktadır.
Japonlar açısından sorun Osmanlı yetkililerinin, imparatorluk sınırları içerisinde Japonların tamamen serbest istihbarat ve propaganda faaliyetlerine pek izin vermemiş olmalarıdır. Rapora göre, Osmanlı tarafının bu sınırlayıcı politikası, Rusya ve Japonya arasındaki çatışmada tarafsızlık politikasına bağlı olarak Sultan ll. Abdülhamid tarafından dikkatle uygulanmıştır. Rapor bu tarafsızlık politikasının o dönem Osmanlı hükümetinin içerisindeki shinrhha=Rus taraftarı hizibin etkisinden ötürü mevcut olan bir Rusya-taraftarı eğilimden doğduğu yorumuna ulaşmaktadır.[23]
Gaimushh’nun nihai görüşünde, Japon-Türk ilişkilerinin tarihi, Osmanlıların Japonya’ya ayrıcalık tanımayı reddetmesi, Japonların istihbarat faaliyetlerini sınırlaması ve Rus-Japon savaşında Rus taraftarı bir tavır alması yüzünden tüm olarak başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Karşılıklı hayranlık söylemi, Türk halkının Japonya’yı Doğu’nun yıldızı olarak yükselmesini kutlaması, Asya arkadaşlığı ve Ertuğrul trajedisi gibi konuların hiçbirinin bu reel politik analizde yoktur.
İslam’ın Kurtarıcısı Japonya
Japon-Osmanlı ilişkilerinin bu diplomatik başarısızlığının tarihi, Meiji hükümetinin, özellikle Gaimushh’nun Osmanlılar üzerindeki izlenimlerini anlamak için açıklayıcı bir örnektir. Ancak, Japonya’nın Türklerle olan ilişkileri sadece Osmanlı dünyası ile sınırlı kalmamıştır. Japonya’nın 19. yüzyılın sonunda özellikle Romanov Rusyası’nın Türk ve Müslüman dünyası ile olan ilişkileri, Türk- Japon ilişkileri tarihinin geniş bir coğrafyayı içeren pek bilinmeyen bir boyutudur. Japonlar, Osmanlı Devleti ile ilişki kurmaya çalışırken, aynı zamanda, Romanov dünyasının Pan İslamcı ve Türkçü akımları ile kendilerine yardımcı olacak stratejik ve ideolojik ilişkilerin temelini atmakta geri kalmamışlardır. Rus-Japon savaşının arifesinde, Avrupa ve Asya emperyalist kamuoyunda coşkuyla alkışlanan Japon zaferinden hemen sonra Japonlar ve Osmanlılar ve Rusya Müslümanları arasında, zirvedeki makamlar dışında, ortak bir Batı karşıtı gündemi amaçlayan ideolojik amaçlı temasların oluştuğu gözlenmektedir. Bu temasların kahramanları özellikle Japonların milliyetçi örgütü, Kokury Nkai, Amur Nehri topluluğu -daha çok Kara Ejderler olarak bilinir- ile bağlantılı olan Japon Asyacı yayılımcılar ve Asya’da Batı Güçlerine karşı, hızla bir Japon imparatorluğu kurulmasını savunan milliyetçi subaylarla, Rusya’dan, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ve İngiltere, Hollanda ve Fransa’nın sömürgeleri haline gelmiş olan Asya ülkelerinden gelen, Müslüman siyasi eylemcilerdir. Bu temasların gündemi, Japonlar için, bu eylemci Müslümanların “Japonya yandaşı bir ağ” oluşturabilme potansiyelleridir.
lan Nish, Japon toplumunun bu dönemde ki Asyacılık yüklü atmosferini ve Asya imparatorluğunun Japonya’nın doğal kaderi olduğuna dair istemlerin başını çeken yeni sağ kanat grupların, iktidardaki Meiji elitlerine rakip bir tabakadan geldiklerini ve Rusya’ya karşı yükselen bir militan çizgiyle paralel olarak bir Asya İmparatorluğu’nun oluşumunu ateşlediğini belirtmektedir.
Yirminci yüzyılın başında bu Asyacı yayılmacı Japonlar, Osmanlıları Japon İmparatorluğu’nun kurulmasında Müslümanlardan toplayacakları taraftar ve işbirlikçiler için olan büyük oyun planının bir parçası olarak görmeye başlamışlardır. Japon İmparatorluğu’nun çıkarlarına yardım etmesi için, şimdi Japon otoritelerinin Osmanlı dünyasını Rusya, Mısır ve Arabistan’daki siyasi eylemci Müslümanlarla irtibat kurmak için bir çeşit sıçrama tahtası olarak kullanması ümit edilebilirdi ve bu amaç için, Müslümanların entellektüel ve siyasi faaliyetlerinin ana merkezlerinden birisi olan İstanbul’dan daha iyi bir çevre olamazdı.
Japonların, Rus-Japon Savaşı arifesinde başlayan Müslümanlar arasındaki faaliyetlerinin kayıtlarından, Pan-Slavcı görüşleri benimseyen son dönem Çarlık rejimine karşı ideolojik ve milliyetçi bir zıtlık içerisinde olan Rusya Müslümanları eylemci siyasi çevreleri arasında Japonya taraftarı lobiler oluşturmakla ilgilendikleri izlenimi edinmekteyiz.[24]
Avrupa’daki Japon istihbaratının ünlü beyni St. Petersburg ateşesi Albay Akashi Motojirh ve halefi ordu istihbaratından Rusya ve Çin konusunda eğitimli yetişmiş bir uzman olan Tanaka Giichi’nin Rusya’da Rus-Japon Savaşı’nın hemen öncesinde Müslümanlar arasında bir Japon ağını kurmaları, bir dönüm noktasıdır. Akashi ve Tanaka, Rusya’daki devrimci heyecanı ateşleme şeklindeki ana stratejilerinin bir parçası olarak Müslümanların Çar karşıtı eylemlerini desteklemişlerdir. Japonların stratejisi, Rus karşıtı Leh ve Fin milliyetçileri ile Rus devrimciler ve Cadet Party gibi muhalif grupların karşıt eylemlerini desteklemek şeklindeydi.
Çoğunluğu Türk Tatar olan Rusya Müslümanları da, Çarlık rejiminin sert otoriter rejiminden, özellikle son donem Pan-Slav politikalarından huzursuz olmaları açısından, karşıt gruplardandı. Aslında, Akashi, Ryakka Rynsui adlı hatıratında henüz Tatarların durumu üzerine ayrıntılı bir çalışma yapmadığını, Rusya Tatar ve Müslümanlarının o noktada güçlü bir örgütlenmesi olmadığından, Japonların amaçlarına yardım için iyi aday olmadıklarını belirtmektedir. Ancak bazı kaynaklar, Akashi’nin Rusya Müslümanlarının propaganda faaliyetlerini desteklediğini ve Rusya Müslümanları arasında milliyetçiliğin ortaya çıkmasında bir miltaşı olan 1905’teki Tüm Rusya Müslümanları Kongresi’ni desteklediğini ifade etmektedir.[25]
Eylemci Müslümanlar arasındaki Japon istihbarat ağı, I. Dünya Savaşı’ndan II. Dünya Savaşı’na giden yolda, Asyacı bir siyasi emel uğruna, Çin ve Güney Doğu Asya’da yayılmacılıkla Japon imparatorluğunu kuran Japon yetkililerin eylemlerini de yardımcı olacaktır. İslam dünyasındaki Japon istihbarat faaliyetlerinin kayıtları, bize, Rusya’da Akashi ve Tanaka döneminde, Türk Tatar kökenli Rusya Müslümanları ile kurulan erken bağlantılara işaret etmekte olup, sonraki yıllarda bu bağların, özellikle 1917 Ekim Devrimi’nden sonra, Japonya’nın, önce Mançurya sonra Japonya’ya yerleşen Türk Tatar kökenli Müslümanları muhacir olarak kabul etmesiyle tekrar canlandığını göstermektedir. Bu Tatar kökenli Rusya muhacirleri diasporasının bazı önderleri, Japonya’nın Müslüman dünyasındaki temas ve propagandasında yardımcı olmuştur.
Bir gazeteci ve siyasi eylemci olarak Pan-İslamcı ve reformcu düşünceleri ile ünlü olan, Rusya Tatar düşünürlerinden Kadı Abdurreşid İbrahim’in (1854-1944) hayatı, Rus-Japon Savaşı sırasında İstanbul ve St. Petersburg üzerinden olan bu erken temaslara çok anlamlı bir örnektir. Böylesi temaslar, daha sonraki yıllarda Müslüman topluluklarla iç içe geçmiş geniş Japon istihbarat faaliyetleri ağı haline gelecektir. O dönemin Pan-İslamizminin militan savunucusu olan İbrahim, 1905’te Tüm Rusya Müslümanları Kongresi’nin düzenleyicisi olarak Japonya’nın yakın dostu haline gelecek, Akashi ve Tanaka’nın desteğiyle Japonya’yı ziyaret edecektir. İbrahim’in Rus-Japon Savaşı arifesinde Japonya ile olan “kader birliği” onu önce 1906’da ve 1908’de tekrar Tokyo’ya sürükleyerek, bürokrasi ve ordu çevresinden, özellikle de Japonya’daki Asyacılık havasını tahrik etmekte olan aşırı-milliyetçi Kokury Nkai’dan üyelerle temaslarda bulunmasını sağlamıştır.
Asyalı Japonya’nın bir güç haline gelmesine hayranlık duyan birçok anti-emperyalist ve milliyetçi kişiliklerin tipik bir örneği olarak İbrahim, Japon otoritelerine onların İslam dünyasındaki arabulucularından biri olarak hizmet etmeye devam edecektir. 1909’da Kokury N kai’ın desteğiyle eve geri dönmek için yaklaşık bir yıl süren çok uzun bir rota seçerek, Çin’le Hollanda ve İngiltere imparatorluklarının bölgelerinde Japonya taraftarı bir kamuoyu oluşturmak için önemli Müslüman topluluklarına uğrayıp bağlantılar kurarak İstanbul’a geri dönmüştür.[26]
İbrahim, 1908 ve 1909’da Kokury Nkai ve Ajia Gikai (Tokyo’da Asyacı Japonlar ve İbrahim başta olmak üzere birçok ülkenin Müslümanları tarafından kurulan Toa Dhbun-kai’la bağlantılı bir örgüt) desteğiyle Asya ve Japonya’ya yaptığı ziyaretlerin etkileyici bir hatıratını yazmıştır. Başlığı; “Alem-i İslam: Japonya’da İntişar-ı İslamiyet (İslam Dünyası: Japonya’da İslamın Yayılması) ” olan kitap, Japonya’nın modernliğini övmekte olup, Osmanlı ve Romanov imparatorluklarının Türkçe konuşan topluluklarında Doğu’nun yükselen yıldızı Japonya imajının oluşumunda önemli rol oynayan popüler bir çalışma olmuştur. Yamada’nın Türkler ile ilgili eserleri ile aynı şekilde, İbrahim’in seyahatnamesi, Japonya’nın Batı modernitesine bir alternatif Doğu modeli olarak sunulan ilk Türkçe metinlerden biridir.
İbrahim ve Asyacı Japon arkadaşları arasında süren temaslar, onu 1933 yılında Japonya’ya tekrar getirir. Bu yıllarda İbrahim, Japonya’nın İslam dünyasına yönelik oluşturduğu İslam dış politikası ve stratejisi için 1938 yılında kurulan Dai-Nippon Kaikyhkyhkai’ (Büyük Japonya İslam Cemiyeti) kuruluşunun Japon olmayan resmi başkanı olarak olmuştur. Aynı yıl, yeni açılan Tokyo Camii’nin imamı olan İbrahim ll. Dünya Savaşı sırasında, Japonya için çeşitli propaganda faaliyetlerinde bulunmuş ve 1944 yılında Tokyo’da vefat etmiştir.
Rus-Japon Savaşı ve onu takiben 1908 yılında Osmanlı dünyasındaki Jön Türk devriminin yarattığı sarsıntılı ortam esnasında Japonya için İslam dünyasında Asyacı bir ağ oluşmaktadır. Japonya’nın dünya Müslümanlarını ve özellikle Rusya Müslümanlarını kurtarabileceğine inanan İbrahim, yeni Japon Müslüman ajanlarının Osmanlı Devleti üzerinden Yakın Doğu’ya tanıtma politikasında yine yardımcı olmuştur. Seyahatnamesine göre, 1909’da İstanbul’a geri dönüş yolculuğunda, Tokyo’da tanışmış olduğu Kara Ejderler üyesi olan Yamaoka Khtarh (1880-1959) ile Bombay’da karşılaşır ve ona, önce Mekke ve oradan da İstanbul’a kadar kendisine eşlik eder. Artık, “Ömer Yamaoka” olan bu ilk Japon Müslüman Yamaoka, İbrahim tarafından milliyetçi ve Pan-İslamcı çevrelere bir konuşmacı olarak tanıtılır. Yamaoka, İstanbullu dinleyicilerine Japonya’nın yeni Müslüman dünyaya yardım etme politikası ve Japon İslam Cemiyeti olarak tanıtılan Ajia Gikai’ın önemi hakkında bir dizi konferans verir. Sırat Mustakim ve İbrahim’in Japonya’dan döndükten sonra sahipliğini ve editörlüğünü yaptığı Tearüf-i Müslimin gibi İstanbul basınında, İbrahim’in Japonya yanlısı yazıları ile birlikte Ömer Yamaoka’nın mektupları yayınlanır. Özellikle İstanbul’da, Yamaoka Rusyalı Tatar öğrencilerin düzenlediği konferanslarda Japonların İslam dünyası ile bağlarını önemli görmeye devam edeceğini belirtmektedir. Bu sıralarda İbrahim’in oğlu, Munir bey, Kazan bölgesinde Volga bölgesi Tatar nüfusuna yönelik Beyan’ül Hak gazetesi yoluyla, İbrahim ve Yamaoka’nın konferanslarını Rusya Müslümanlarına yaymaktadır.
İbrahim’in Ömer Yamaoka’nın, Japon İmparatoru’nun Müslümanların durumuna ilişkin özel ilgi duyduğu hakkında kamuoyu oluşturmaya çalışmasında yardımcı olduğu ve bu Japon Müslümanın Kutsal toprakları ziyaret eden ilk Japon hacı olarak, Mekke ve Medine’deki Arap liderlerle temasa geçme konusunda da yardım ettiği açıktır.[27] Arabistan’da Mekke’den Şam’a, Beyrut’a ve İstanbul’a geçen Yamaoka Japonya’ya döner ve Çinli Müslümanlar arasında eylemlerine devam eder. 1912’de İbrahim’in Japonya hakkındaki kitabından sadece bir yıl sonra, Yamaoka -büyük olasılıkla Arap İslam dünyası hakkındaki ilk Japon eser olan- Arabia JNdanki başlığıyla Arabistan’daki tecrübelerini yazdığı bir kitabı yayınlamıştır.[28] Yamaoka’nın kayıtlarında artık Osmanlı İmparatorluğu, Meiji stratejistlerinin çökmekte olan eski imparatorluğu ya da Yamada’nın romantik Şark dünyası değil, Arap Müslüman dünyasına açılan bir kapıdır. Yamaoka’nın din değiştirme gerekçesi ise vatanseverlik, Asyacılık ve emperyalizm olup, bu onun mensup olduğu Asyacı kuşağın düşüncelerine benzer bir karışımıdır. Onun gerekçesi; Müslüman olmak Japon İmparatoru için yapılan bir vatandaşlık görevidir.
Lozan Antlaşması ve Türk-Japon İlişkilerinin Kurulması
Birinci Dünya Savaşında İngiltere ile müttefik olan Japonya, Uzak Doğuda Çin’de ve Pasifik Okyanusunda bulunan Alman sömürge ve imtiyaz bölgelerini devralarak kendi imparatorluğunu genişletmeyi başarmışsa da Orta Doğu ve Akdeniz’de İngiliz donanmasına yardım ve destek veren bir ufak donanmayı yollamanın dışında pek faaliyet göstermemiştir. Lozan Antlaşması müzakerelerine, kazanan müttefikler tarafında katılan Baron Hayashi önderliğinde ki Japon heyet, genelinde fazla belirgin bir rol oynamamakla beraber, genel olarak, Lord Curzon’a yardımcı olacak, ifadelerde bulunmaktadır. Örneğin, İsmet Paşa’nın kapitülasyonların lağv edilmesinde ısrar etmesine karşı çıkan Baron Hayashi, Japon tarihinden, örnek vererek, Meiji yönetiminin kendi antlaşmalarını ancak yirmi yılda revize edebildiklerini, Türklerin de kendi hukuki ıslahatlarını bitirene kadar sabır etmeleri gerektiğini söylemişse de, İsmet Paşa, Osmanlı döneminin hukuki ıslahatlarının yarım asırdır devam etmiş olduğunu ve hukuk ıslahatı konusunda, yapılan gerçek işlerin, söylenen sözlerden çok daha önemli olduğunu vurgulayarak, Baron Hayashi’nin görüşüne kısa ve kesin bir cevap vermiştir.[29]
Ancak, gene Lozan antlaşmasının 1923 yılında imzalanmasıyla, Japonya ve Türkiye tarafları, bir an önce, ikili ilişkilerin kurulması için gereken anlaşmayı sağlamıştır. Böylece, Japonya ve Türkiye’nin eşitlik ve karşılık ilkesine sadık, resmi diplomatik ve ticari ilişkilerinin temelleri, gerçek anlamda, Türkiye Cumhuriyeti’nin 1923 yılında 19 yüzyıl kapitülasyonlar sisteminin getirdiği eşitliksiz ve imtiyazlara dayalı uluslararası ilişkilerden kendisini kurtarması ile mümkün olmuştur. Bu tarihten itibaren, 1925 yılında Tokyo’da Japon-Türk Dostluk Derneği kurulurken, ilk Türk Dışişleri diplomatı Fuat Togay maslahatgüzar olarak Tokyo’ya atanır ve Türkiye Cumhuriyeti temsilciliğini (Konsolosluk düzeyinde) kurar. Daha sonra, 1936 yılında Tokyo’ya atanan Büyükelçi Hüsrev Gerede, temsilciliği Büyükelçilik düzeyinde yeniden yapılandırmıştır. Bu dönemde, Türk-Japon ilişkilerini en çok ilgilendiren konu, Türkiye ve Japonya arasında ticaretin geliştirilmesi ve dostane ilişkilerin sürdürülmesi olmuştur. Ancak, Türkiye Cumhuiyeti’nin yetkilileri açısından, 1930’lu ve 1940’lı yıllarda, üzerinde durulan önemli bir sorun, Japon milliyetçileri ve özellikle, Japon Kara Kuvvetleri Genel Kurmayı’nın bazı ileri gelen subayları ile, Sovyetlerden kaçarak Mançurya ve Japonya’ya sığınmış olan Türk Tatar kökenli muhacir topluluğunun, Japonların Asyacı milliyetçi kanadı ile iş birliği içinde bulunmalarıydı. Türkiye Cumhuriyeti’nin Japonya’ya gösterdiği tutum, ise, 1931 yılında Prens Takamatsu’nun Türkiye’yi ziyareti sırasında, Atatürk ile yaptığı görüşmeler çerçevesinde, yakın ve dostane ilişkiler içerisinde gelişmektedir. Örneğin, Türkiye-Japonya Ticaret antlaşması 1934 yılında imzalanmıştır. Ancak, öte yandan, Pan Türkizm veya Pan İslamcılık gibi aşırı akımlara pek hoşgörü ile bakmayan Cumhuriyet yönetimi, muhacir Türk Tatarların Japon milliyetçileri ile kurdukları yakın ilişkilere karışmamakla beraber, Cumhuriyet’in dış ve iç politikalarına ters duran bazı durumlarda, Japonya tarafına uyarı niteliğinde tavırlar sergilemektedir.
Örneğin, 1933 yılında, Japon milliyetçilerinin daveti üzerine Şam’da sürgünde yaşayan Şehzade Abdülkerim Efendi’nin Tokyo ziyareti ve Japonya’da bir yıl kalması, Türk Büyükelçiliği tarafından gayri resmi bir şekilde, sözlü olarak, protesto edilmiştir. Japon subaylarının 1931-32 yıllarında Çin’in kuzey bölgelerinin istilası ve özellikle Mançurya’da Japonya’ya bağlı bir kukla rejim kurmalarının hemen arkasından gelen bu ziyaret, bazı kaynaklara göre, Japon milliyetçi akımının ileri gelen bir subaylar gurubunun, İç Asya veya hatta Orta Asya’da Japonya taraftarı bir İslam Devleti kurma hayallerinin bir parçasıydı. Japon Dışişlerinin konuyla ilgili raporuna göre, Türkiye Büyükelçiliği yetkilileri, böyle bir tutumun, Türkiye Cumhuriyeti’ne düşmanca bir tavır olacağından, sürgün Şehzade’nin Japonya’dan bir an evvel gitmesinin doğru olacağını ifade etmişlerdir. Sonunda, pek başarılı olmayan bu planın arka planında ki gelişmeler henüz aydınlığa kavuşmamıştır, ancak, olayın kendisi, bu dönemdeki Türk-Japon ilişkilerinin hassas çatışma noktalarını göstermesi açısından ilginçtir.[30]
Öte yandan, bu devirde, özellikle, Türk Tatar muhacirlerlerinden, 1920’li ve 1930’lu yillarda Japonya’ya gelen, Ayaz İshaki, Abdürreşid İbrahim, Muhammed Abdulhakhay, Kurban Ali gibi siyasi kişilikler, bu dönemde Japonya’da teşvik gören Türkçü ve İslamcı faaliyetlerde aktif rol oynamışlardır. Bu dönemde göze çarpan bazı faaliyetler arasında, 1927 yılında Kurban Ali’nin Tokyo’da kurduğu Tokyo İslam Matbaası ve bu yıllarda bastığı Yani Japon Muhbiri Dergisi, 1934 yılında Ayaz İshaki’nin de katıldığı Kobe İslam Topluluğu Kongresi, aynı dönemde Ayaz İshaki’nin Mançurya’da kurduğu ldil-Ural Cemiyeti ve Milli Bayrak gazetesi sayılabilir. Muhacirlerin, Japon yetkililerin ve Mitsui, Mitsubishi, Sumitomo gibi iş çevrelerinin desteği ile inşaa ettirdiği Tokyo Cami’i ise 1938 yılında açılmış ve bu açılış, Japonya’nın İslam dünyasına verdiği önemi uluslararası politikası içinde belirginleştirmiştir. Bu açılışa, Abdürreşid İbrahim, Tokyo Camii imamı olarak nezaret ederken, Türkiye Büyükelçisi katılmamıştır. Bu durum, Türk-Japon ilişkilerindeki görüş ayrılığını açık bir şekilde temsil etmektedir.[31]
Sonuç
İkinci Dünya Savaşının bitiminde, Türkiye Cumhuriyeti, Birleşmiş Milletlere katılmak için, Japonya ve Almanya’ya savaş ilan etmiştir. Ancak, iki ülkede de büyükelçilikler açık kalmış olup, ilişkiler kesintisiz bir şekilde devam etmiştir. Savaştan sonra bugüne kadar, Türk-Japon ilişkileri olumlu bir şekilde gelişirken, Özellikle, Başbakan Turgut Özal döneminde, iki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler belli bir ivme kazanmıştır. Aynı dönemde gerek Türkiye’de Japonca gerekse Japonya’da Türkçe dil eğitimi yaygınlaşmıştır. Belki de tarihte ilk defa olarak Türk-Japon ilişkileri, Osmanlı veya Cumhuriyetin ilk yıllarına oranla, daha derin ve bağlayıcı şartlar içinde gelişme potansiyeline sahiptir.
Öte yandan, Sovyetler Birliğinin yıkılmasından sonra dünyaya açılan Orta Asya’da, Türk ve Japon iş birliğinin, tekrar gündeme gelmesi, savaştan önce Japonya’nın Türk dünyasına yönelik sergilediği çok boyutlu politikalarının ne ölçüde ve ne şekilde tekrar canlandırabilmek isteyeceği sorusunu ister istemez kaçınılmaz olarak gündeme getirmektedir.
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 13 Sayfa: 149-161
Kaynaklar:
♦ Akashi, Motojirh, 1988. Ryakka ryNsui: Colonel Akashi’nin Rus-Japon Savaşı sırasında Rusya’daki devrimci gruplarla yaptığı gizli işbirliğine ilişkin raporu. Ed. Olavi K. Falt ve Antti Kujula. Çev. Inaba Chiharu. Studia Historica, 31. Helsinki: Societas Historica Finlandiae.
♦ Arık, Ümit, 1989. A Century of Turkish Japanese Relations: Towards a Special Partnership. Istanbul: Turkish Japanese Business Council.
♦ Beasley, W. G. 1964. The Modern History of Japan. New York: Praeger.
♦ Demirhan, Pertev. 1937. Japonların Asil Kuvveti Japonlar niçin ve nasıl yükseldi. İstanbul: Cumhuriyet Matbaası.
♦ Deringil, Selim. 1991. ‘Osmanlı İmparatorluğu’nda Geleneğin İcadı, Muhayyel Cemaat ve Panislamizm’ [The invention of tradition, imagined community, and pan-Islamiasm in the Ottoman empire]. Toplum ve Bilim, 54: Yaz-Güz, 47-65.
♦ Erkin, Huseyin Can. 2001. “Edo Dönemi’nde Hollandalıların Shogunluğa Sundukları Yıllık Raporlar”. Doktora tezi. Ankara Universitesi, DTCF.
♦ Esenbel, Selçuk. 1995. ‘İslam Dünyasında Japon İmgesi: Abdürresid İbrahim ve Geç Meiji Dönemi Japonları’ [The image of Japan in the world of lslam: Abdürrewid Ibrahim and the Late Meiji Japanese]. Toplumsal Tarih, 19 (4): 13-8.
♦ Esenbel, Selçuk. 1996. ‘A Fin de Siecle Japanese Romantic in Istanbul: The Life of Yamada Torajiro and His Toruko Gakan’. Bulletin of SOAS, 59/2: 237-52.
♦ Fukuzawa Yukichi. 1875 (1970). Bummeiron no gairyaku [Medeniyet Tezi Özeti]. içinde: Fukuzawa Yukichi zenshN. [Fukuzawa Yukichi Eserleri Derlemesi], 4. Tokyo: Iwanami shoten.
♦ Furukawa Nobuyoshi. 1891 (1988). Perushia kikh [İran Seyahatnamesi]. Tokyo: SamboHombu, içinde: Meiji shiruku rhdo tanken kikubun shNsei. [Meiji Dönemi İpek Yolu Seyahatnameleri Derlemesi], 2. Tokyo: Yumani shh.
♦ Gaimushh [Dışişleri bakanlığı]. 1911. Toruko jijh [Turkiye Koşulları]. Tokyo: Gaimushö seimukyoku dainika.
♦ Gaimushh [Dışişleri bakanlığı]. 1923. ‘Tai-to jhyaku teiketsu keika’ (hshNtaisen mae), içinde: Gaimusho, Türk-Japon İlişkileri Belgeleri, Taish-12 dosyası, Kongre Meclis Kütüphanesi. Microfilm, M. T. 1. 1. 2. 1. 2.
♦ Gaimushh [Dışişleri bakanlığı]. 1938. Shhwa 13, 6 gatsu, 9 nichi. 16474. ‘Taketomi taishi kara Ugaki gaimudaijin ni. Dai 90 go kimitsu.
♦ Harries, Meirion, Harries, Susie. 1991. Soldiers of the Sun. New York: Random House.
♦ İbrahim, Abdürresid. 1910/1911 (Hicri 1328 ve 1329) Alem-i İslam ve Japonya’da lntisar’ı İslamiyet 2 cilt. Cilt 1 Ahmet Saki Bey Matbaası, 1910; Cilt 2 Kader Matbaası, 1911.
♦ lenaga, Toyokichi. 1900 (1988). Nishiajia ryokhki [Batı Asya Seyahat Notları]. Tokyo: MinyNshi, içinde: Meiji shiruku rhdo tanken kik-bun shNsei. [Meiji Dönemi İpek Yolu Seyahatnameleri Derlemesi], 16. Tokyo: Yumani shobh.
♦ Jansen, Marius. B. 1975. Japan and China: From War to Peace 1894-1972. Chicago: Rand- McNally.
♦ Komatsu Kaori. 1992. Ertuğrul faciası: Bir dostluğun doğuşu. Ankara: Turhan kitabevi yayınları.
♦ 1930. KokuryNkai jireki [KokuryNkai Kayıtları]. Tokyo: KokuryNkai.
♦ Komatsu Kaoru and Komatsu Hisao, 1991. Caponya. Tokyo: Daishokan.
♦ Komura Fujio. 1988. Nihon isuramu shi senzen senchNrekishi no nagare no naka ni katsuyhshita Nihonjin musurimutachi no gunz-[Japonya İslam Tarihi-Savaş Öncesi ve Savaş Sırasında Faaliyet Gösteren Japon Müslümanlar]. Tokyo: Nihon isuramu y-ji remmei.
♦ Kuroda Kiyotaka. 1887 (1987). Kan’yNnikki [Dünya Seyahati Notları], içinde: Meiji-bei kemmonroku shüsei. [Meiji Batı ya Gönderilen İnceleme Heyetleri Kayıtları], 6. Tokyo: Yumani shobh.
♦ Matsutani Hironao. 1986. Nihon to Toruko: Nihon Toruko kankeishi [Japonya ve Türkiye: Japon- Türk İlişkiler Tarihi]. Tokyo: ChNthchhsakai.
♦ Muramatsu Masumi and Matsutani Hironao. 1989. Toruko to Nihon [Türkiye ve Japonya]. Tokyo: Saimuru shuppankai.
♦ Mütercimler, Erol. 1993. Ertuğrul faciası ve 21. yüzyıla doğru Türk-Japon ilişkisi. İstanbul: Anahtar kitaplar.
♦ Naito ChishN. 1930. ‘Toruko shisetsu Osman pasha raichh no shNmei’ [Osman Paşa Türk Heyetinin Hükümdarlığımıza Gelişi], Shigaku, 9 (4): 575-86.-1931. Nitto khshhshi [Japon-Türk İlişkileri Tarihi]. Tokyo, Izumi shoinban.
♦ Naito ChishN, Kotsuji Setsumi ve Kobayashi Hajime. 1942 Seinan Ajia no shNsei [Güneybatı Asya Tarihinde Eğilimler]. Tokyo: Meguro shoten.
♦ Nakai Hiroshi. 1877. Toruko Girisha oyobi Indo man’yNkitei [Türkiye, Yunanistan ve Hindistan Yolculuk Notları]. Tokyo.
♦ Nish, Ian H. 1976. The Anglo-Japanese Alliance-A Study of Two Island Empires Westpore Greenwood Press. -1985. The Origins of the Russo-Japanese War. London: Longman.
♦ Katsufuji Takeshi, Naiki Ryhichi, ve Shhkh Okazaki. 1981. Isuramu sekai Sono rekishi to bunka [İslam Dünyası: Tarih ve Kültür]. Tokyo Sekai shishsha.
♦ Office of Strategic Services. Research and Analysis Branch. 1942. ‘Japanese Infiltration. Among the Muslims Throughout the World’ R. &A. No. 890 Washıngton DC: National Archives. -1944. ‘Japanese Infiltration among Muslims in Russia and Her Borderlands’ R&A. No. 890. 2 Washington DC National Archives.
♦ hyama Takanosuke. 1890 (1988). Toruko k-kai kiji [Türkiye’ye Deniz Yolculuğu Notları]. İçinde: Meiji shiruku rhdo tanken kikhbun shhsei. [Meiji Dönemi İpek Yolu Yolculukları Notları Derlemesi], 10. Tokyo. Yumani shobh.
♦ Sait Pawa. 1912 (Hicri, 1328) Sait Paşa’nın Hatıratı, 2 cilt. Istanbul: Sabah Matbaası.
♦ Shaw, Stanford J. ve Shaw, Ezel Kural. 1977. History of the Ottoman Empire and Modern Turkey. Cambridge: Cambridge University Press.
♦ Takahashi Tadahisa. 1982. ‘Türk Japon Münasebetlerine Kısa bir Bakış’Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Dergisi. 18 Haziran, 124-8.
♦ Thyama-shashinden kenkyükai. 1935. Thyama-shashinden [Fotoğraflarla Saygıdeğer Toyama’nın Biyografisi]. Tokyo: Thyama-shashinden kenkyükai.
♦ ‘Toruko oyobi Ejiputo ni aru ryhjikan saiban no ken’ [Türkiye ve Mısır’da Konsolosluk Mahkemelerinin Durumu (Meiji Hükümeti Araştırmaları) ]. 1986. TsNyaku shNsei daiichi hen of Meiji seifu tsNyaku shkh ruisan, 5. Tokyo: Yumani shobh.
♦ Uçar, Ahmet. 1995 ‘Japonların İslam Dünyasındaki Yayılmacı Siyaseti ve Abdürreşid lbrahim. Toplumsal Tarih, 20 Ağustos, 15-17.
♦ Yamaoka Khtarh. 1912. Sekai no shimpikyoArabia jNdanki [Dünyanın Gizemleri: Arabistan’a Hac Yolculuğu Notları]. Tokyo. Hakubunkan.
♦ Zürcher, Erik J. 1993. Turkey, A Modern History. London: I. B. Tauris and Co.
Dipnotlar :
[1] Selçuk Esenbel, 1996: 238, eski eserler icin; Hüseyin Can Erkin, Hollanda Raporları adlı doktora calışması, Ankara Üniversitesi, DTCF, 2000, konulu çalışma, bu ilginç kaynakların Japonca çevirilerine dayanarak Japonların Osmanlı Turkiye’sine olan ilgisinin incelemesidir.)
[2] Yoshida ve Furukawa heyetleri ile ilgili olarak, bkz., Okazaki Katsufuji, et al., 1986: 169-71; Naito, 1931: 15, Naito, et al, 1942: 328-9.
[3] Bkz., Okazaki, Katsufuji, et al, 1986: 170-2. Komura, 1988: 46-8, yukarıdaki Japon ziyaretlerinin kayıtlarını İslam yanlısı bir tutumla açıklamaktadır. Yazar, aslında II. Dünya Savaşı sırasında İç Moğolistan’da bir istihbarat memuru olup, az sayıdaki İslamiyeti seçen Japonlardan biridir.
[4] Yukarıdaki aynı kaynaklar.
[5] Bkz., Gaimushh, 1911: 105-18, Arnavutlar için; Japonların pamuk üretiminde bereketli toprakları olan Basra bölgesine yönelik ekonomik ve ticari ilgileri için bkz., 100-4, 246-48.
[6] Bkz., Fukuzawa, 1875 (1970): 16, dünyayı üç kategorili görüşte, Afrika’daki ilkel insanlar gibi aydınlanmamış dünya, bir sonraki ise yarı-aydınlanmış kategoriye giren Asya (-ki tamamen aydınlanma potansiyeli vardır), kategorileri bulunmaktadır. Batı’nın temsil ettiği aydınlanmış dünya kategorisine girmek isteyen Japonya’nın ikinci kategoriyi reddetmesi gerekmektedir.
[7] Antlaşmalar siyaseti açısından, Beasley, 1964: 57-76; Jansen, 1975: 84, 197, 206, 214; 1902’deki İngiliz-Japon ittifakı için, bkz., Nish, 1976, 1977. Osmanlıların Batı ile yaptığı antlaşmalar, Osmanlıların Ruslara 1774’te yenildikten sonra Avrupalıların eşitliğini tanımak zorunda kaldığı Küçük Kaynarca Antlaşması, Fransız Devrimi’nin Yunanistan ve Mısır’daki milliyetçi ayaklanmalara etkisi, Osmanlı İmparatorluğu topraklarına “serbest ticaret”i getiren 1838 İngiliz-Osmanlı Ticaret Antlaşması, Batılılaşma ve reformlara genel bir bakış için, bkz., Zurcher, 1993: 49-50, 58-69, 78-88.
[8] ‘Toruko oyobi Ejiputo ni aru ryhjikan saiban no ken’ [Mısır ve Türkiye’deki konsolosluk mahkemeleri ile ilgili olarak Meiji Hükümeti için yapılan tercümeler derlemesi], içinde: Meiji seifiı tsNyakN sok-ruisan, 5-Ts-yakN shNsei daiichi hen, Tokyo: Yumani shobh, 1986.
[9] Naito, 1931: 15.
[10] Takahashi, 1982: 128; Naito, 1931: 15; et al., 1942: 328-9; Matsutani, 1986: 9.
[11] Sorular için bkz., Naito, 1931 23-5, antlaşmalarla ilgili sorunlar için, ibid.: 28, 31-5, bu sorgunun İngilizce çevirisi için, Arık, 1989: 20-2.
[12] Sait, 1910: 37; Arık, 1989: 25; Naito, 1931: 31-5.
[13] Zurcher, 1993: 85-6.
[14] Komatsu, 1992: 1-16; Mütercimler, 1993; Naito, 1931: 110-81.
[15] Bkz. Naito, 1931: 182-252, II. Abdülhamid’in Pan-İslamizm’i ile ilgili geniş çalışmalar olarak, Mütercimler, 1993: 151-2, Deringil, 1991: 47-65.
[16] Yamada ve Türkiye deneyiminin ayrıntıları için, bkz., Esenbel, 1996.
[17] Daire-i Hariciye no. 36527, Arık, 1989; 60 icinde. Belgenin 1909’dan sonra hazırlandığı, Londra Büyükelçiliğine Japon tarafı ile müzakerelerin kesilmesi için talimat yollandığı açıklamasından anlaşılmaktadır. Selim Deringil’e Japonya ile Osmanlı hükümeti arasında diplomatik ve ticari antlaşma görüşmelerinin kaynaklarına ilişkin bilgilendirmesinden dolayı teşekkür ederim. Sarayın öne sürdüğü özel koruma için, bkz., Başbakanlık Arşivi, Yıldız Mütenevvi Maruzat, 198/122 Daire-i Hariciye no. 436.
[18] Takahashi, 1982: 135.
[19] Esenbel, 1996: 242 icinde Yamada’nin eserinden ayrıntılar. Aslında, Yamada’nın haberini verdigi Rus savas gemilerinin Karadeniz Donanmasina ait oldugu tam kesin gözükmemektedir. Bir ihtimal, bu Rus gemileri, Karadeniz’de bulunan Rus Gönüllü Donanmasına aitti.
[20] Esenbel, 1996: 247.
[21] Pertev Demirhan, 1943: Hatıralar, Rus-Japon Harbi 1904-1905; 1937: Japonların Asıl Kuvveti Japonlar niçin ve nasıl yükseldi?
[22] Bkz., ‘Tai-to Jhyaku teiketsu keika’ (hshNtaisen mae), içinde: Taishh12 dosyası, Gaimushh, Japon-Türk İlişkileri Belgeleri, ABD Kongre Kütüphanesi, Microfilm, M. T.1. 2. 1. 2.
[23] ‘Tai-to jhyaku teiketsu keika’ içerisinde ‘torukokoku nai ni wa shinrhha no seiryoku…’ şeklinde bir ifade görülmektedir. Rus-Japon Savaşı sırasında, Abdülhamid’in resmi tarafsızlık politikasının ardında uygulamış olduğu Rusya, Fransa ve İngiltere arasındaki güçler dengesi stratejisi ile ilgili geniş bir çalışma olarak, bkz. Takahashi, 1988: 241-4.
[24] Bu faaliyetlerin geniş kayıtları olarak, bkz. ‘Japanese Attempts at lnfiltration Among Muslims in Russia and Her Borderlands’ August 1944, R&A, No. 890 2, Office of Strategic Services, Research and Analysis Branch. Bu değerli kaynakları bana bildirmiş olduğu için Yamamoto Masaru’ya müteşekkirim. Milliyetçi Japonlar ve onların İslam dünyasındaki stratejilerine ilişkin malzeme bu yazarın konuyla ilgili olarak hazırladığı araştırması süren kitabının bir parçasıdır.
[25] Bkz., ‘Japanese lnfiltration Among Muslims in Russia and Her Borderlands’, Akashi ve Japonlara yardımcı olan Rusya Müslümanları için; Akashi, 1988: 28, Tatarlar ve Rusya Müslümanlarına yardımlarla ilgili değinmeler için; Harries ve Harries, 1991: 80, 92.
[26] Japonya ve İslam Dünyası olarak yayınlanacak olan kitaba ait bir kısım. Orada, İbrahim’in faaliyetleri ile ilgili olarak Japonca, Türkçe ve Rusça birçok kaynak yer almaktadır. Toplıımsal Tarih dergisinin 19. (Temmuz, 1995) ve 20. (Ağustos, 1995) sayılarındaki Abdürreşid İbrahim Özel Dosyası’nda temel bir kaynakça verilmektedir. Temel kaynaklar, OSS’a ek olarak, ‘Japanese lnfiltration Among the Muslims Throughout the World’, OSS, R&A, No 890, 1942’de bulunmaktadır. İbrahim ve oğlu Münir için KokNry-kai, 1930: 17, 21’e de bakılması gerekir. İbrahim’in KokNry-kai’ın ruhani lideri Thyama Mitsuru ile bir fotoğrafı için bkz., Thyama-shashinden kankNkai, 1935: 55. İbrahim’in hatıratı için bkz., İbrahim, 1910, 2 cilt. Birinci cildi Japonya üzerine olup Japoncaya çevrilmiştir, bkz., Komatsu ve Komatsu, 1991.
[27] Ömer Yamaoka ve Ibrahim’in Ajia gikai topluluğu ile ilgili mektup ve konferanslar için bkz., İstanbul Tearuf-i Muslimin gazetesi, 17-13 Ekim 1910: 278; 17 Kasım 1910: 358; 23-24 Kasım 1910: 363; 32, 1 Şubat 1911: 125; Sırat-ı Müstakim, 4 (83), Mart 1909: 53-6; Mart 1910: 66-74; 5 (133), Mart 1910: 42-45. Rusya Müslüman basınında yayınlanan makaleler için, bkz, Uçar, 1995:15.
[28] Yamaoka, 1912: 1-2; Okazaki, et al., 1981: 173; Komura, 1988: 52-3, 360-7, 468-74.
[29] Arik:. 1989: 69-70.
[30] Gaikhshiryhkan (Dışişleri Bakanlığı Arşivi) Gaimushh (Dısişleri Bakanlığı). I. 2. 1. 0. 1-2. Cilt 1. Showa 9 (1934), chosa. Zai honna kaikyoto toruko tatarujin funso mondai. (Ülkemizdeki Islam cemaati Türk Tatarların kavgası sorunu), s. 59-67 Abdülkerim efendi sorunu icin.
[31] Gaikhshiryhkan (Japonya Dışişleri Bakanlığı Arşivi) Gaimushh, (Japonya Dışisleri Bakanlığı), I. 2. 1. 0. 1-2. Cilt 2. Showa 13, 6 gatsu, ju nichi, Ankara Taketomi taishi Ugaki gaimudaijin. Dai kN jN go kimitsu. (1938, 10 Haziran, Ankara’dan Büyükelçi Taketomi’den Dışişleri Bakanı Ugaki’ye. No. 90. Gizli. ), s. 837-838.